
Allah Nedir, Kimdir?
Arapların “Allah”, batılıların “God” ve Farsların “Huda” dedikleri varlık. Her toplumun, kendisine has bir tabirle ona işaret ettikleri bu varlık kimdir? Ne gibi nitelik ve özellikleri vardır? Onun bizimle irtibatı nedir? Biz onunla nasıl irtibat kurabiliriz?
Allah’ı, O’nun yüce isim ve niteliklerini tanıma, ilimsel, bireysel ve toplumsal etkilerinin ötesinde insanın saadeti için çok değerli ve etkili bir şeydir. İnsanın tekâmülü Yüce Allah’ı doğru bir şekilde tanımasına bağlıdır. Allah’ı lâyık olduğu şekliyle tanımayan, güzel işler yapmaya özen gösterse de asla insan-i kemâlin son derecesine ulaşamayacaktır.
Allah’ı doğru bir şekilde tanımak nefsani kemâlin en yüce derecesi olup insani hakikate ve Allah’ın tarafına doğru yüceltir. “O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah’a amel-i salih ulaştırır.”[2]
Şehid Mutahhari bu konuda şöyle diyor:
“İnsanın, insanlığı Allah’ı tanımasına bağlıdır. Zira Allah’ı tanımak, insandan ayrı olmayıp vücudunun en temel ve değerli bölümüdür. İnsan ne kadar varlığı, varlık düzenini, onun başlangıç ve aslını tanırsa bu, yarısını ilim ve marifetin oluşturduğu insanlık cevherinin, onda oluşması demektir.
İslâm-i açıdan özellikle Şia mezhebine göre, ilahi marifeti anlama, o marifete bağlı olan ilmi (bilimsel), toplumsal etkilerinden öteye bunun kendisi insanlığın hedef ve son noktasıdır.[3]
Arapların “Allah”, batılıların “God” ve Farsların “Huda” dedikleri varlık. Her toplumun, kendisine has bir tabirle ona işaret ettikleri bu varlık kimdir? Ne gibi nitelik ve özellikleri vardır? Onun bizimle irtibatı nedir? Biz onunla nasıl irtibat kurabiliriz?
Beşerin düşünce tarihine bir göz gezdirdiğimizde (Allah’ın varlığına inanma) temeli geçmişten beri çok yaygın, bilinen bir şey olduğu anlaşılır. Başka bir deyimle; Allah’ın varlığına inanma tarihi, insanın varlık tarihiyle aynıdır. Bu Allah’ın varlığına inanan herkesin, O’nu aynı şekilde tasavvur ve tarif ettikleri anlamına gelmez.
Bu görüş farklılıkları, özellikle İlahi peygamberlerin, öğretilerinden faydalanmadan kendi düşüncelerine dayanarak; Allah’ı tanımak isteyenlerin arasında çoktur. Yüce Allah’ın sıfatlarını İslâm’da geldiği şekliyle açıklamadan önce dünyaca ünlü bilim adamlarının Allah konusundaki görüşlerini inceleyeceğiz. Zira bu yolla, İslâm’ın tevhid düşüncesinin öbür düşüncelere olan üstünlüğü biraz aydınlanmış olacaktır.
Sokrat kendisiyle yaşayan öbür Yunanlılar gibi birden fazla Allah’ın varlığına inanıyordu. Bundan dolayı felsefe tarihinde ondan aktarılanlardan şular anlaşılmaktadır ki; Sokrat’a göre: Saadete varmak için insanın Allah’a, onun hidayet ve yardımına ihtiyacı yoktur. Ona göre insanın kemâli ahlâkî temellere bağlı kalmakla mümkün olsa da, insan yaşamında Allah ve onunla irtibat konusuna yer verilmemiştir.
Eflatun iki varlığa Allah derdi. Bir “Mutlak hayır” diğeri “Yaratan” dır. Eflatun “Mutlak (koşulsuz) hayır’ı” asıl Allah bilip ondan baba diye söz ederdi. “Yaratan’a” ise oğul derdi. Eflatuna göre “Mutlak hayır’ı” tanımak çok zor olup, hatta öbür marifetlerden sonra, gerçekleşen en zor marifettir. Bu iki tanrıyı sadece felsefe tanıyabilir. Çünkü filozoflar ruhsal, zihinsel hatta fiziki açıdan özel bir konuma sahip olan şahıslardır.
Elbette bu filozoflar da birçok aşamadan sonra elli yaşında “Mutlak hayır’ı” tanıyabilirler. Halkın genelini oluşturan diğerleri ise sonsuza dek Allah’ı tanıyıp derk etmekten mahrum olacaklardır.
Aristo’ya göre âlem her zaman var olup, hiç kimse onu var etmemiştir. Bu yüzden Aristo’nun tanrısı bu cihanın yaratıcısı değildir. Sadece cihanı hareket ettirendir. Kendisi ise hareket etmez. Aristo’nun tanrısının, en belirgin özelliği “Hareketsiz hareket ettiren”dir. Aristo’nun tanrıbiliminde en önemli noktası şudur: Allah’a tapmak, onu sevmek, ondan yardım beklemek mümkün değildir. Aristo’nun tanrısı kesinlikle, insanın sevgisine karşılık veremez. Onun tanrının iradesi olmayıp hiçbir şey yapamaz. Sadece kendi zatını düşünmekle meşguldür.[4]
Batıda dinden kaçış nedenleri, bölümünde kilisenin insan özelliklerine sahip bir tanrı görüntülemeye çalıştığını söylemiştik. Burada başka bir noktayı ekliyoruz.
Orta çağda “Allah, evrendeki diğer sebepler gibi, bir etkendir” düşüncesi yaygın idi. Allah’ı kabul edenler bu dönemde deprem, güneş ve ay tutulması gibi, olayların nedenlerini bulamadıklarından onu Allah’a isnat ederlerdi.
Bu düşünce tarzının sonucu olarak “Allah’ı bilmediklerimizin ardında aramamız gerekir. Doğal olarak bilgimiz ne kadar çoğalır, cahilliğimiz azalırsa, Allah’ın etki alanı da o kadar daralacaktır. Eğer bir gün beşerin bütün muamması bilinir, insan bütün varlıkların doğal nedenlerini tanır ve ortaya çıkarırsa artık Allah için hiçbir şey geriye kalmayacaktır.
Bu düşünceye göre; âlemin bazı varlıkları, Allah’ın varlığının alametidir. Yani nedenleri belirlenmemiş varlıklardır. Allah’ın evrenle böyle bir bağlantısı olduğuna inananlar olduğundan August Comte itiraz ederek diyor:
“Bilim, Allah’ı kendi işinden uzaklaştırarak onu inzivada bıraktı.”[5]
Onun bu sözden kastı şudur: şimdiye kadar halk her şeyin nedenini, Allah olduğunu zannediyorlardı. Yani Allah’ı bir cadı gibi bir anda karar alıp mukaddimesiz istediği olayı yaratan, bir güç simgesi biliyorlardı. Örneğin birisi hastalanıp ateşi yükseldiğinde, niçin ateşi yükseldi? sorusuna –Allah ateşi onda yarattı, diye cevap veriyorlardı. Bu sözün anlamı hiçbir doğal sebebin ateşin oluşmasında etken olmadığıdır.
Ama günümüzde bilim, ateşin sebebinin falanca mikrop olduğunu bulunca, artık Allah, bu olayın sebebi olmaktan dışarı çıktı. Bu şekilde gün geçtikçe olayların sebepleri ortaya çıkıyor, böylece de Allah’ın etken sahası daraldıkça daralıyordu.
Gerçekte bu şekilde düşünenler için Allah, diğer etkenler gibi, bir etken olup, bu âlemin bireylerinden biridir.[6]
Orta çağdan ve bilimin göz alıcı ilerlemesiyle Galile gibi düşünürler, Allah’tan yeni görünüm ve tasvirler ileri sundular.
Galile, evreni bir atomlar topluluğu olarak görmektedir. Evreni atomlar oluşturmuştur. Evrende oluşan her şey atomların değişik hareket ve tepkilerinden (bileşimlerinden) vücuda gelirler. Bu esnada Allah’ın işi sadece atomları yaratmaktır. Atom Allah’ın kudretiyle yaratıldıktan sora artık Allah’a hiçbir ihtiyacı kalmayıp, bağımsız olarak hareket edecektir.[7]
Nyoton’a göre, Allah’ın kainatla irtibatı saatçinin saatle olan irtibatına benzer. Saat saatçi eliyle yapıldıktan sonra, nasıl ona hiçbir ihtiyacı olmadan bağımsız olarak hareketine devam ediyorsa, kainat da, Allah tarafından yaratıldıktan sonra, bağımsız olarak hareketine devam eder. Nyoton, görüşlerine şu noktayı da eklemektedir. Zaten bu görüşüyle Niyoton, Galile ve onun gibi düşünenlerden ayrılır. Ona göre Allah bazen âlemin işlerine karışır. Gezegenlerin, yıldızların hareketindeki bazı düzensizlikleri düzeltir. Buna ilave olarak Allah, yıldızların birbirleriyle çarpışmasına engel olur.
Bu görüş Allah’ın, sadece sebepleri belli olmayan yerlerde huzurunun olduğunu ve olaya karıştığını savunan, ortaçağ düşüncesinin yaklaşık olarak devamıdır. Oysa, daha sonraları yıldızların fiili hareketlerinde ve birbirleriyle çarpışmamaları için Allah’ın direkt olarak olaya karışmasının gereği yoktur. Bu olay tamamen bilimsel kurallarla açıklanabilir. Bu yüzden Allah’ın fiil ve etken alanı iyice kısıtlanmış oldu.[8]
17. ve 18. Asrın bilim adamları Galile’nin Allah konusundaki görüşünü kabullendiler. Ona göre Allah yaratılışın başlangıcında âlemi yaratarak, kendi başına bıraktı. Kainatın, kalıcılığı için artık Allah’ın varlığına ihtiyacı yoktur. Mühendis tarafından yapıldıktan sonra evin mühendise hiçbir ihtiyacının kalmaması gibi.
[1] -Genelde akait ve Kelâm kitaplarında, önce Allah’ın varlığını bir veya birkaç delille ispat ettikten sonra Allah’ın sıfatları ve mütekellimler tarafından gerçekleşen değişik taksimlerini yaparlar. Biz bu kitapta bazı delillere dayanarak başka bir yöntem izledik. Önce Allah’ı tanımanın önemi, daha sonra Allah’ın kim olduğunun tasavvuru konusunda bahsettikten sonra, O’nun vücudunun tasdik ve kabulü hakkında bazı konuları açıklayacağız.
[2] -Fatır/10: Bu ayetin tefsirinde üç görüş vardır: 1-Güzel söz (yani tevhid) Salih ameli yüceltip kabulünü sağlar. 2-Salih amel güzel sözü yüceltir ve kabulünü sağlar. 3-Salih ameli Allah yüceltir.
Ayetin tefsirine en münasip birincisi olmasıyla beraber diğer iki açıklamada doğrudur.
[3] -Şehit Mürteza Mutahhari, “Mecmue-i A’sar”, c.2, s.105
[4] -Rıza Berinckar, “Mebanii Huda Şinasi der Felsefe-i Yunan ve Edyanı İlahi”, s. 81, 103. Bu üç filozofun görüşleri hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyorsanız; Şerefuddin Horasani’nin, “İlk Yunan Filozorları” ve Ferdik Kapliston’un “Felsefe Tarihi, c.1,” (Tercüme doktor Müctebevi) kitaplarına bakınız.
[5] - Şehid Murtaza Mutahhari, “Mecmue-i A’sar”, c.1, s.482
[6] - Üstad Mutahhari, “Marksizm’e eğilim nedenleri” adlı kitabında, Orta çağ kilisesinin Allah konusundaki düşüncelerini çok güzel bir şekilde açıklamaktadır. (Mecmue-i A’sar, c.1, s.479)
Üstad orada bu düşünce tarzının ne kadar sapık ve yanlış olduğunu, Allah’ın İlahlığına ne kadar cahil olduklarına şaşırdığını belirttikten sonra şu ayet-i şerifi zikreder: “Allah’ı gerektiği gibi tanımadılar” (En’am/91)
[7] -Eyan Barbur, Bilim ve Din, Tercüme: Bahauddin Hurremşahi, s.37
[8] -Eyan Barbur, Bilim ve Din, s.49, 53