
Sizi Gidi Kamacılar…
İslam dini insan hayatının her alanında en güzel yöntemi sunan bir dindir. Ancak onu bir bütün olarak görüp, bütününe amel edince güzelliğini ortaya koyar. İslam; itikatî, ahlakî ve ameli olmak üzere üç alanda kâmil insan yetiştirecek öğretileri içeren bir dindir. İtikadî konular fikrimize, ahlaki konular ruhumuza ve ameli konular ise bedenimize huzuru getirecek hususları içerir. İslam’ın kelime anlamı ise teslimiyettir. İslam aynı zamanda tüm semavi dinlerin ortak ismidir. “Allah katında beğenilen din İslam’dır”[1] ayeti de bu gerçeğe işaret etmektedir. İslam’ı doğru şekilde anlamanın yolu Resulullah’ın (s.a.a) döneminde o hazretin açıklamalarına harfiyen uymaktan geçer. “Resul’e itaat edin” manasına gelen ayetler de bu gerçeği ifade eder. Resulullah (s.a.a), kendisinden sonra İslam’ı ancak Ehlibeyt (a.s) kanalıyla doğru anlayabileceğimizi beyan buyurmuştur. Kıyamet gününde Kevser havuzunun başında kendisine kavuşuncaya kadar Ehlibeyt’le Kur’an’ın birbirinden asla ayrılmayacağını buyurarak da bu gerçeği imzalamıştır. Ancak Ehlibeyt’in son ferdi olan on ikinci İmam Hz. Mehdi’nin gaybet perdesi ardında bulunduğu şu dönemde İslam’ı doğru şekilde anlamanın yolu nedir? İmam Hasan Askeri (a.s) bu sorunun cevabını şu şekilde vermiştir: Nefsini koruyan, dinini muhafaza eden, heva ve hevesine uymayan, Allah'ın emrine itaat eden fakihleri (müçtehitleri), avam halk kesimi taklit etmelidir.”[2] İmam Mehdi (a.s) da şöyle buyurmuştur: “ (Gaybet döneminde ) ortaya çıkacak yeni hususlarda hadislerimizi rivayet edenlere (fakihlere) müracaat edin. Şüphesiz onlar benim sizler üzerinizdeki hüccetim ve ben de Allah’ın sizin üzerinizdeki hüccetiyim.”[3] Bu iki hadisten çok net olarak şunu anlamaktayız: Gaybet döneminde dini alanda uzmanlaşmış olan müçtehitler, Hz. Mehdi’nin (a.s) genel anlamda vekilleridir. Dolayısıyla bu dönemde dini doğru anlamanın yegâne kaynağı taklit mercileridir. Şia mektebinin en önemli dinamiği de merceiyet konusudur. Her dönemde olduğu gibi bugün de Şiiliği güncel kılan, gündemde tutan ve her türlü tahriften uzak şekilde varlığını sürdürmesini sağlayan şey hiç şüphesiz merceiyettir. Şiiliğin dinamizmi kendi içindeki bulunan bu kuvvet noktasında gizlidir. Eğer Şia’da bulunan müçtehitlik ve merceiyet müessesesi ortadan kalkacak olursa köşe başlarında ve merdiven altlarında Allahverdiler, Allahyarlar, yasirler, kazımlar, aşkınlar, taşkınlar, şaşkınlar…. dükkan açıp insanların manevi duygularını şahsi çıkarları uğrunda kullanmaya, inançları bozarak bozgunculuk çıkarmaya başlarlar. Böylece İngilizler için de güzel bir pazar oluşur. Düşman Şiiliğin kuvvet noktasını çok iyi tespit etmiş: Merceiyet! Merceiyet dinin hurafeler ve bidatlerden korunmasının garantisidir. Merceiyetin nüfuzu hâkim olduğu sürece hurafeler ve bidatler müşteri bulamaz. Yani merdiven altı mürşitlerin işi kesatlaşır! İnsanlar doğru bilgiyle yönlendirildikleri için birbirleriyle sevgi ve saygıya dayalı güçlü ilişkiler kurar, yardımlaşma ve dayanışma ruhuyla İslam düşmanlarının uykusunu kaçırırlar. Merceiyet makamının nüfuzu olduğu sürece insanlar bireysel ve toplumsal mesuliyet şuuru içinde hareket ederler; ucuz yoldan cennete gidilemeyeceğini bildikleri için çalışkan ve üretken olurlar. Kendilerine ve çevrelerine faydalı bireyler olurlar. Kendilerini boşlukta hissetmedikleri için merdiven altı mürşitlerin tuzağına düşmezler! Merceiyetin nüfuzu hâkim olduğunda birey attığı her adımdan, söylediği her sözden ve hatta düşüncesinden dahi sorumlu olduğunu düşünür. Bu yüzden hakkını ve haddini aşmaz, başkalarının hukukuna tecavüz etmez! Yani sözü fazla uzatmayayım, eğer merceiyetin nüfuzu hâkim olursa herkes bulunduğu yerdeki görevini hakkıyla- layıkıyla yerine getireceğinden bütün sıkıntıların kaynağı olan “boşluk” ortadan kalkmış olur. Bu yüzden merdiven altı mürşitlere alan kalmaz! İşte bu yüzden merdiven altı mürşitler “kama vurmak” meselesinin arkasına sığınarak müçtehitlere hakaret etmeye başlamışlardır! Burada özellikle temiz duygulu gençlerimiz çok dikkatli olmalı ve bu din tüccarlarına, cennet satıcılarına aldanmamalıdırlar! “Kama vurmak” meselesi ameli bir konudur. Bu hususta haram fetvası veren müçtehit de olabilir cevaz fetvası veren de… Ancak dikkat edecek olursak hiçbir müçtehit hararetle “kama vurun, bu geleneği yaşatın” diye bir teşvikte bulunmamıştır. Ya da kama vurmaya karşı çıkanları minberler üzerinden aşağılamamıştır. Burada “KAMA BAHANEDİR. ASIL AMAÇ ŞİİLİĞE DİNAMİZMİNİ KAZANDIRAN VE BU GÜZEL MEKTEBİ HER TÜRLÜ HÜRAFECİLİKTEN, TAHRİFTEN VE BİDATTEN KORUYAN MERCEİYET MAKAMINI YIPRATMAKTIR.” Sizi gidi kamacılar…. Mikail Gürel [1] - Al-i İmran 19. [2] - - Vesail’uş-Şia, c. 18, s. 95 [3] -Bihar’ul Envar, c.2, s.90, 13. hadis ve c. 75, s. 380, 1. hadis