Peygamberlerin Büyük Hedefi

PEYGAMBERLERİN BÜYÜK HEDEFİ: NEFSİ ARINDIRMAK
Peygamberlerin hedeflerinden biri belki de en önemlisi insanların nefislerini tezkiye ederek, arındırmak ve en güzel bir şekilde yetiştirmekti.
Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki Allah, mü’minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki o) Onlara ayetlerini okur, onları arındırır, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler.”
Allah Teâlâ, eğitim ve öğretime o kadar önem vermiş ki bu iş için özellikle peygamberler göndermiş ve kullarına lütufta bulunmuştur. İnsanın kişisel ve sosyal kişiliği, dünyevi ve uhrevi saadet veya bedbahtlığı eğitim ve yaşam tarzına bağlı olduğundan terbiye ve kendini yetiştirmek hayati bir önem kazanmaktadır. Peygamberler, kendini yetiştirmenin, nefisleri eğitme, mükemmelleştirmenin yollarını insanlara öğretmek ve bu hayati konuda önderlik edip onların yardımına koşmak, insanların nefislerini rezaletden, kötülükten ve hayvanî sıfatlardan temizleyip arındırmak, ahlâkî fazilet ve değerleri güçlendirmek, çirkin ahlâkı tanıtmak, nefsanî arzu ve istekleri kontrol etmek hususunda onlara yardımcı olmak, sakındırma ve korkutma yoluyla nefisleri kötülük ve çirkinliklerden temizlemek için gelmişlerdir.
Ahlâkî fazilet ve değerler fidanını nefislerde yetiştirmek, önderlik ve teşvik etmek vasıtasıyla onlara yardımcı olmak için geldiler peygamberler.
Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) buyuruyorlar ki: “Sizlere ahlâkî faziletleri tavsiye ediyorum, Allah Teâlâ beni bunun için gönderdi.”
Başka bir yerde de:“Ben ahlâkî faziletleri nefislerde tamamlamak için gönderildim.” diye buyurmaktadır.
İmam Sadık’tan (a.s) şöyle bir hadis nakledilir: “Allah Teâlâ peygamberlerini ahlâkî değerler için seçmiştir. O halde her kim kendi nefsinde ahlâkî değerleri bulursa Allah Teâlâ’ya bu büyük nimetinden dolayı şükretsin ve her kim de ahlâkî değerleri kendi nefsinde bulamazsa huzu ve huşu ile Allah Teâlâ’ya yalvarıp yakararak O’ndan ahlâkî değerleri kendisine vermesini istesin.”
Hz. Ali (a.s) buyuruyor ki: “Cennetten ümidimiz kesilse ve cehennem ateşinden korkmasaydık, sevap ve azaba da inancımız olmasaydı, yine de ahlâkî değerleri aramamız gerekirdi; çünkü ahlâkî değerler bizi saadet ve kurtuluşa hidayet eder.”
İmam Muhammed Bâkır’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilir: “Müminlerin iman açısından en mükemmel olanı ahlâk açısından en güzel olanıdır.”
Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Kıyamet günü amel terazisine güzel ahlâktan daha üstün bir şey bırakılmaz.”
Hz. Resulullah (s.a.a) başka bir yerde de şöyle buyurmaktadır: “Ümmetimin cennete girmesine sebep olacak en önemli şey ilahi takva ve güzel ahlâktır.”
Adamın biri Resulullah’ın (s.a.a) huzuruna vararak, “Ya Resulullah (s.a.a), din nedir?” diye sordu, Resulullah (s.a.a) “güzel ahlâktır” dediler. Adam gitti ve Resulullah (s.a.a)in sağına geçip tekrar: “Din nedir?” diye sordu, Resulullah yine: “güzel ahlâktır” buyurdular. Adam Peygamber’in sol tarafına geçip aynı soruyu sordu. Hz. Resul-ü Ekrem de: “güzel ahlâktır” cevabını verdiler. Adam bu defa Peygamber’in arkasından: “Din nedir?” diye sorunca Resulullah: “anlamıyor musun? din öfkelenmemekten ibarettir.”  diye buyurdular.
İslam, ahlâka özel bir önem vermiştir, Kur’ân-ı Kerim’de ahlâk hakkında ki ayetlerin sayısı ahkamla ilgili ayetlerden daha çok olması Kur’ân’daki kıssa ve öykülerin bile genelde ahlâkî hedeflerinin olması, bunu göstermektedir. Hadis kitaplarında da diğer konulardan hiç de az olmayan binlerce hadis ahlâk hakkında bulabilirsiniz. Güzel ahlâk için verilen vaad ve sevaplar diğer ameller için zikredilen sevaplardan az olmadığı gibi kötü ahlâk için beyan edilen sakındırma ve cezalar da diğer günahlardan az değildir. İslam’ın temelini oluşturan ahlâki yapılanmayı dini hükümler açısından ikinci derecede yer aldığı ve sırf dindarların süs ve güzelliği için bir vesile olduğunu söyleyemeyiz. Ahkamda emir ve nehiy varsa ahlâkta da emir ve nehiyler vardır. Ahkamda teşvik, rağbet, sevap veya sakındırma, korkutma ve ceza varsa ahlâkiyatta da bütün bunlar vardır. Öyleyse saadet ve kemale erişmek istiyorsak ahlâkiyata karşı ilgisiz olamayız. Ahlâkî farzları, ahlâkî farzlar olmaları bahanesiyle görmemezlikten gelemeyiz ve ahlâkî nehiyleri ahlâkî haramlar oldukları bahanesiyle küçümseyip işleyemeyiz.
Namaz farzdır, onu terketmek haram ve cezası da vardır. Sözüne sadık kalmanın farz, sözü terketmenin ise haram ve cezası vardır. Ne fark eder?! Gerçek dindar saadete erişmiş kimse, hem ahkam ve mükellefiyyetlerine, hem de ahlâki kurallara bağlı olan kimsedir. Hatta ilerde de belirteceğimiz gibi ahlâk, manevi ve nefsi kemale ulaştırma yolunda çaba harcayarak, saadete kavuşmada daha fazla ehemmiyet taşımaktadır.
Devam Edecek…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu