Resulullah’ın (s.a.a) Ebedi Tanığı Kurân-ı Kerim

Resulullah’ın (s.a.a) Ebedi Tanığı Kurân-ı Kerim

Bu yazı, İslam peygamberi (s.a.a) ve müslümanların Resulullah (s.a.a)’in davetinin ebediliğinin işareti olarak gördükleri Kurân’ı Kerim’in özelliklerini irdelemeyi hedefliyor. Yazının bu bölümünde ilkin Kuran’ı Kerim’ın kalıcı oluşu ve hiç bir şekilde tahrifata uğramamış olması özelliğine değinilecek ve tarihi bir yaklaşım ve bu semavi kitabın yoğun biçimde dağıtılmış olması noktasından hareketle İslam tarihinin hiç bir zaman kesitinde tahrif edilmiş olabileceğinin kabul edilemez olduğu ifade edilecek.

Yazıda daha sonra Kuran’ı Kerim’ın edebiyatı ele alınacak ve
a. Gramer yapısının sağlamlığı veya Arap dilinde merci ve hüccet olarak kabul edilmesi ve hatta gayri müslimlerin de bu ilkeyi kabul etmesi,
b. Kuran’ı Kerim metninde kullanılan sözcüklerin güzelliği ve hoş ahengi,
gibi iki önemli yönü bir birinden ayırt edilerek her birinin takdik edilmesi ve Kuran’ı Kerim’in derinliği ve fevkeladeliğinin anlaşılması için illa Arap dilini ve edebiyatını bilmeye gerek olmadığı ve bunun herkes için geçerli olduğu anlatılacak ki bu da kendi başına Kuran’ı Kerim’in evrensel ve ebedi mucizesine yönelik bir başka bakış açısıdır.
Bundan önce Kurân-ı Kerim’in yaygın bir şekilde yayınlanması ve tüm nushalarının asırlar boyu kalıcı bir şekilde insanlarca kullanılmasının müslümanların dini kitabının irdelenmesini kolaylaştırdığını belirtmiştik. Nitekim herkes müzelerde, camilerde, yer kürenin doğusundan batısına katar uzanan medreselerinde bulunan Kuran’ı Kerim nushalarını irdeleyerek bu semavi kitabın hiç el değmemiş ve her hangi bir tahrifata uğramamış olduğunu hemen anlayabilir.
Şimdi ise bir kez daha şu noktayı vurgulamak istiyoruz ki esasen İslam tarihinin geçmiş çağlarında Kuran’ı Kerim’i tahrif edilmiş olduğuna dair hiç bir kanıt ve belgeye rastlamanın mümkün değildir.
İslam dininin Hicaz yarımadasında zuhur etmesinin ardından ve özellikle 3. halifenin döneminde derlenip dağıtılmasının ardından bu semavi kitap her evde ve tüm camilerde yerini aldı ve binlerce göz ve gönül bu kitabın sözcüklerini ezberlemeye ve okumaya ve yazmaya başladı.
Bunca geniş kapsamlı bir kitabı basıp dağıtmak nasıl mümkün olabilirdi? Hatta İslam topraklarının büyük bir kısmı düşmanların saldırılarına ve yıkıcı savaşlara maruz kaldığı İslam tarihinin çeşitli dönemlerinde bile bu kitap bol miktarda herkese ulaşıyordu. Ne Moğol saldırısı, ne de geniş çaplı haçlı savaşları, hiç biri bu semavi kitabın bol sayıda yayınlanıp dağıtılmasını etkileyemedi. Bu yıkıcı savaşlar sırasında binlerce kitap ve diğer yazıların yakılıp yok edilmesi ve bir daha izlerine rastlanılmamasına karşın Kuran’ı Kerim kendini korumayı başardı. İşin ilginç tarafı Kuran’ı Kerim’in bazı nushaları düşmanın eline geçti ve günümüzde dünyanın her bir yanında müzeleri süslemeye başladı, lakin asla tahrif edilemedi ve olduğu gibi kaldı. Sanki güçlü ve gizemli bir el bu semavi kitabı hatta düşmanların elinde bulunmalarına karşın koruyordu. Gerçekten de acaba başka bir kitap için aynı şeyi söylemek mümkün müdür?
Böylece bu kitabın tahrif olmasının ihtimali ancak İslam peygamberi (s.a.a)’in rihlatini takip eden yıllarda söz konusu olabilir, yani 3. halife Osman tarafından tüm İslam beldelerine üniter bir Kuran’ı Kerim gönderilmeden önce ilk iki halifenin dönemindeki yıllarda.
Ancak sözü özü şu ki İslam tarihi ile basit bir aşinalık bile 20 yıldan az bir süre olan bu yıllarda bile bu kitabın her hangi bir tahrifata uğramış olabileceği imkanı hemen hemen yoktur. O dönemlerde Mekke günlerinden Medine günlerine kadar barışta savaşta İslam peygamberi (s.a.a) ile birlikte yaşayan uzak yakın sahabe yaşıyordu ve büyük bir hassasiyetle yüce Allah’ın kitabını koruyordu. İslam peygamberin’den (s.a.a) sonra baş gösteren tüm esef verici ihtilaflara karşın sahabe Kurân-ı Kerim’in ayetleri konusunda çok seyrek ve cüz’i durumların dışında her hangi bir anlaşmazlık yaşamadı. 3. halife döneminde Kuran’ı Kerim’in sayfalarının yakılması veya suda ve sirkede kaynatılmasının bir çok itirazlara yol açmasına karşın Kuran’ı Kerim’in hatta 3. halifenin muhalifleri tarafından tahrifata uğramasına dair her hangi bir belge veya kanıta rastlanmamaktadır. Tabi bu itirazlar da pek uzun sürmedi ve yerini Kuran’ı Kerim’i üniter hale getirmek ve dağıtmak işlemi aldı. İşin ilginç tarafı 3. halifenin siyasi gücü, hükümetten çekinme yüzünden itirazları engelleyebilecek ölçüde değildi, çünkü 3. halifenin irili ufaklı uygulamaları sürekli ciddi muhalefetlerle karşıyordu ve isyancı muhalifler iki kez halifeyi kuşatma altına aldı ve sonunda onu öldürdüler. O dönemde hatta 3. halife konumunda olan biri bile Kuran’ı Kerim’i tahrif etmeye kalkışacak olsaydı hiç kuşkuşuz ciddi muhalefetle karşılaşırdı. Ya da bu semavi kitabın hiç bir hayranı olmadığını düşünmek mümkün değildi.
Şimdi acaba İslam tarihi ile az da olsa aşina olmak, Kuran’ı Kerim hakkında ortaya atılan tahrif iddialarını reddetmek için yeterli değil midir sizce?
Bu yazı bu meselenin geniş tarihi yönlerini araştırmayı hedeflemiyor. Bu yazıda sadece Kuran’ı Kerim’in insanlar arasındaki konumunu ve başkalarının inancındaki yerini anlatmak ve islamiyetin ilk yılları gibi kısa bir dönemin dışında tahrifata uğramış olabileceğini düşünmenin mümkün olmadığını ifade etmek istiyoruz ve söz konusu kısa dönemde de toplumun siyasi, mezhebi ve sosyal şartları ve arenada bulunan önemli şahsiyetlerin ve İslam dininin öncülerinin sayesinde böyle bir tahrifatın yapılmış olabileceğinin mümkün olmadığını vurgulamak istiyoruz.
Kurân-ı Kerim edebiyatı:
Müslümanlar arasında asr-i saadetten beri Kuran’ı Kerim’in kendine özgü ve harikulade bir edebiyata sahip olduğu inancı hüküm sürmektedir. Bu semavi kitabın seçkin özelliklerinden söz edildiği zaman akla gelen ilk seçkin özelliği, yararlandığı edebiyatıdır. Gerçi bir yazıyı irdelerken yazının yazıldığı edebiyatı tanımak gerekir, ancak Kuran’ı Kerim hakkında hatta Arap dilini bilmeyen için bile yararlı olan bazı noktaları hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyoruz. Evet, müslümanların semavi kitabını anlamak ve yeterli düzeyde harikulade yönlerini idrak
edebilmek için Arap dili ve edebiyatını bilmek gerekir. Ancak bu yazıda Kuran’ı Kerim hakkında bu semavi kitabın edebi açıdan ne denli olgun bir eser olduğunu göstermek için dil bilgisinin dışında bazı noktalara değinmek istiyoruz. Bu alanda bir yandan Kuran’ı Kerim’in Arap dili ve edebiyatında gramer sağlamlığı ve merci sayıldığına ve öte yandan içinde yer alan sözcüklerin va ahengin güzelliklerine değinmek yeterli olacaktır.
a. Kuran’ı Kerim’in gramer sağlamlığı ve merci oluşu:
Bu semavi kitabın gramer bakımından en sağlam eser oluşu ve Arap dilinde merci sayılığı hakkında Kuran’ı Kerim’in yazıldığı günden beri ilgi odağında bulunduğunu ifade etmek gerekir. Arap dili ve grameri hakkında yazılan sayısız esere bakıldığını Kuran’ı Kerim ayetleri ve metninin eşsiz bir kaynak olduğu daha da iyi anlaşılır. Gerçekten de geçen bunca asırlara karşın Arap dili ve edebiyatında ünlü yazarların ve düşünürlerin kaleme aldığı eserlerde Kuran’ı Kerim’den esinlemediğini görmek nerdeyse mümkün değil. İşin ilginç tarafı, Arap dili ve edebiyatına ilginin Kuran’ı Kerim’in yazılması ve müslümanların bu semavi kitabı doğru okumasına gösterdiği ilginin ardından başlamış olmasıdır. Arap dili ve edebiyatını araştıran tüm araştırmacıların ortak görüşü, bu güçlü lisanın İslam dininin zuhuru ve Kuran’ı Kerim’in yazılışının ardından çeki düzene kavuştuğu ve bu alanda kaleme alınan ve müslümanların düşüncesinde mukaddes ve insan ötesi bir eser olarak görülen Kuran’ı Kerim’i korumayı hedefleyen eserlerle daha da güçlendiği doğrultusundadır. Acaba Arap edebiyatı tarihinde İslam dininden ve Kuran’ı Kerim’in yazılışından önce bu dilin grameri ile ilgilenen bir eser var mıdır? Bizce Arap dili ve edebiyatı bunca güçlülüğünü ve sağlamlığını İslam dini ve Kuran’ı Kerim’e borçludur. Bu konu oldukça açıktır ve bu yüzden üzerinde fazla durmaya bile gerek yoktur. Hatta bu alanda araştırma yapan gayri müslim düşünürler ve edebiyat uzmanları bile büyük bir alçak gönüllülük içerisinde Kuran’ı Kerim’in merci ve hüccet olduğuna itiraf etmiştir. Günümüzde sınırlarını aşarak dünyanın önde gelen üniversitelerinde seçkin bir konum kazanan Arap dili ve edebiyatı hakkında Lübnanlı hristiyanlar gibi bir çok gayri müslim camia değerli araştırmalar yapmıştır. Bu araştırmalarda Kuran’ı Kerim’e ne denli ilgi gösterildiği ve gramer boyutu dini ve inanç boyutu ve mesajının haklı olup olmadığının dışında benimsendiği göze çarpmaktadır. Gerçekte bir metnin gramer bakımından sağlamlığı içerdiği mesajdan bağımsız olarak ele alınabilir. Bu yüzden Kuran’ı Kerim’in bir merci olarak gramer alanında kabul görmesi ne harikulade bir durumdur, ne de bilimsel araştırmanın huyu ile bağdaşmamaktadır.
Bu alanda üzerinde durulması gereken önemli bir nokta, müslümanlar arasında hacim itibarı ile belki Kuran’ı Kerim’in onlarca katı olan diğer dini metinlerin bulunmasıdır. Bunca söz ve metin Resulullah (s.a.a) ve masum imamlar tarafından gündeme gelmiş ve üzerinde oldukça derin araştırmalar gerçekleşerek gelecek nesillere devredilmiş ve İslam dininin temel taşlarını oluşturmuştur. Buna karşın müslüman düşünürler ve edebiyatçılar bu metinleri Arap dili ve edebiyatı için bir referans olarak görmemektedir. Çünkü zaten masum imamlar sözlerinde veya yazılarında Arap dilinin grameri üzerinde ısrarla durmak gibi bir niyetleri yokmuş ve illa dil bilgisi bakımından referans alınmasını istememiştir. Nitekim söz konusu evliyaların bir konuda Nahculbalağa’ya istinad ettiği görülmemiştir. Kuşkusuz masum imamların söz ve yazıları oldukça güzel ve gönüllere hitap eden ifadelerle doludur, lakin bir dilde merci olmak, ancak Kuran’ı Kerim için benimselen bir ilkedir.
Böylece görüldüğü üzere bazı müslümanlar bir yandan Arap dili için diğer dini metinlerini merci ve kaynak göstermezken cahiliye dönemine ait olan hurafa şiileri kaynak ve merci gösteriyorlar, ama öbür yandan gayri müslim dil bilginleri Kuran’ı Kerim’i Arap dili için merci ve referans olarak tanımlıyorlar. Tüm bunlar Kuran’ı Kerim için anlatılan bu özelliğin sırf dini inanç ve taraf tutmaya dayanmadığını yansıtıyor. Gerçekten de acaba diğer semavi dinlerin metinleri için bu özelliği ifade etmek mümkün müdür? Maaalesef diğer dinlerde gündemde olan semavi kitapları için aynı şeyi söylemek nerdeyse imkansızdır. Ne Tevrat’ta ve ne de İncil’de ana dilinde yazılan bir referans bulmak veya yazılan kitapların ana kaynağını bulmak mümkün değil, kaldı ki bu metinlerin merci ve kaynak olduğunu ifade etmek de asla mümkün olmuyor. Bu özellik ve imtiyaz dini metinler arasında sadece ve sadece Kuran’ı Kerim için geçerlidir ki sürekli yazılan esas dilinde herkesin ulaşabileceği konumda olmuş ve bütün herkesin itiraf ettiğine göre yazıldığı dilin en önemli mercii olmuştur. Tabi bu alanda bir çok tarihi kaynak ve söz mevcuttur ki bu kısa yazıya sığmayacağı da kesindir.
b. Kuran’ı Kerim sözcüklerinin ve ibarelerinin güzelliği:
Kuran’ı Kerim’in sözcük ve ibarelerinin güzelliği de bu semavi kitap için sayılabilecek bir başka özelliğidir. Hoş ahenkli ve kulakları okşayan söz ve ifadesi bu semavi kitaba öyle bir canlılık kazandırmış ki hatta ona inanmayanlar bile bu özelliği inkar edemez olmuştur. Kuşkusuz bu özelliği irdelemek için de Arap dili ve edebiyatı ve bu dilde gündemde olan tarzları bilmek gerekir. Gerçi Kuran’ı Kerim’in ifadesinin güzelliğinin müslümanlar tarafından vurgulanmasının bir ölçüde bu insanların dini hayranlıklarından kaynaklandığı inkar edilemez, çünkü müslümanlar bu sözlerin yüce Allah’ın kelamı olduğuna inanır. Ama acaba bu özelliğin üzerinde ısrarla duranlar sadece müslümanlar mıdır? Kuran’ı Kerim’in ortaya çıkış tarihine şöyle bir göz attığımız zaman bu metnin cazibesi ve çekiciliğinin Arap edebiyatçılarını en doruk çağlarında bile bu semavi kitaba hayram bıraktığını görürüz. İslam peygamberi (s.a.a)’in döneminde bazı sahabenin Kuran’ı Kerim ayetlerinin çekiciliği yüzünden İslam dinini benimsediğini yansıtan rivayetler de bu iddiayı doğrulamaktadır.
Bunun dışında hatta İslam peygamberi (s.a.a)’in muhalifleri ve düşmanları da bu konuya itiraf etmiştir. Eğer dostların Kuran’ı Kerim’e hayranlığını Allah teala ve peygamberinin sözlerine yönelik iman ve inancından kaynaklandığını kabul edecek olursak, kafirlerin ve düşmanların bu alandaki itiraflarına ne demeliyiz? Nitekim düşmanlar İslam peygamberi (s.a.a)’i sihirbaz ve şair olarak tanımlıyordu. Acaba kimse İslam peygamberi (s.a.a)’in şu veya bu şiiri yazdığını söyleyebilir mi? Yoksa düşmanın şair olduğunu söylerken Resulullah (s.a.a)’in 40 yaşından sonra insanlara aktardığı o ayetlerin güzelliğini mi kastediyordu?
İslam peygamberi (s.a.a)’in kendi çağında yaşayan insanlara hatırlattğı şu nokta da çok önemlidir: Ben bundan önce de (nebüvvetin önce) sizin aranızda yaşıyordum. Acaba bunu düşünmüyor musunuz? Gerçekten de eğer Kuran’
ı Kerim’de yer alan o güzel sözleri söyleyen İslam peygamberi (s.a.a) olsaydı, neden risaletinden önceki 40 yılın içinde bu güzelliklerin izlerine rastlayamıyoruz?
Her halükarda tüm bunlar hatta gayri müslimlerin ve İslam peygamberi (s.a.a)’in düşmanlarının bile Kuran’ı Kerim’in içerdiği kelamın güzelliğine itiraf etmekten kaçınmadığını gösteriyor. Bu yüzden Kuran’ı Kerim’in söz ve ibarelerinin güzelliğine itiraf etmek için Arap dili ve edebiyatını yakından tanımaya gerek olmadığı anlaşılıyor. Nitekim Fars dilinde şiir yazan Hafız’ın yazdığı şiirlerin güzelliğini bilmek ve benimsemek için illa ki Farsça bilmeyi gerektirmiyor. Kuşkusuz bir dili bilmek, o dilde yazılanları değerlendirmek için daha çok yardımcı olur, lakim bizim söylemek istediğimiz şey, bütün herkesin Arap diline çok yakından aşina olmamalarına karşın Kurân-ı Kerim’in edebiyat açısından güzelliğini onaylayabileceğidir.
Öte yandan İslam tarihinde eski çağlardan günümüze dek belki yüzler ve hatta binlerce kitap, Kuran’ı Kerim’in güzelliklerini anlatmak ve yorumlamak için kaleme alınmış ve İslami ilimler alanında birer miras olarak yerini almıştır. Bu arada bir çok eser de tarihin engebeli sürecinde yok olup gitmiş ve geriye sadece adları kalmış ve bazen adları bile yok olmuştur. Kuran’ı Kerim’e yakın olan Arap ve Fars dillerinde kaleme alınan bunca eserin hepsi Kuran’ı Kerim’de kullanılan sözcük ve ibarelerin güzelliğini anlatmaktadır. Acaba tüm bu yazar ve düşünürlerin ve edebiyat uzmanları ve araştırmacıların sadece inançları gereği ve dinlerini ve inançları savunmak uğruna tarih boyunca beşeri marifete katkı sağlayan bu özelliği kaleme aldıkları söylenebilir mi, veya hepsini bir kenara atmak mümkün mü? Gerçekten de beşeri bilim ve kültürünün hangi dalında olursa olsun ve tarihin neresinde yer alırsa alsın, böyle bir zulmü reva görmek büyük bir haksızlık olur. Çünkü müslüman alimler, düşünürler ve edebiyatçılar bunca emeğin onda birini bile diğer dini metinler için harcamamıştır veya bu hayranlığını diğer hiç bir alanda bu şekilde dile getirmemiştir.
Acaba İslam peygamberi (s.a.a) ve masum imamların kelamları bu kadar değersiz ve naçizane midir? Gerçek şu ki masum imamlar bile İslam peygamberi (s.a.a)’in ısrarlı tutumu üzerine yüce Allah’ın Kuran’ı Kerim’deki kelamının ayrı bir rengi ve kokusu olduğunu idrak etmiş ve bu metnin tüm çağlara ışık tutacak ve insanları hidayete erdirecek bir metin olduğunu anlamıştır ve eğer tüm insanlar var gücünü bir araya getirecek olursa Kurân-ı Kerim’in bir ayeti ile boy ölçüşecek bir ayet yazamayacağı kesindir.
Böylece görüldüğü üzere bu konuyu onaylamak için illa Kuran’ı Kerim’in lisanını yakından tanımaya gerek yoktur. Bu arada İslam dünyasında ve özellikle İran milleti arasında bir çok bilgin ve alim Kuran’ı Kerim hakkında derin araştırmalar yaptığı ve kendilerinden Kurani kültürü zenginleştirecek önemli eserleri geride bıraktığı belirtilmelidir. Gerçi bu kısa yazıda bu bilginlerin hepsinin adları ve eserlerine değinmek mümkün değil, ama burada sadece merhum şehid Mutahhari’nin İslam ve İran’ın karşılıklı hizmetleri adlı eserinin bu alanda değerli konuları gündeme getirdiği belirtilmelidir.
Böylece Arap edebiyatının müslümanlar arasında hakkettiği yerini bulduğu ve esas amacının Allah’ın kelamı olan Kuran’ı Kerim hakkında araştırmayı kolaylaştırmak olduğu ifade edilebilir.
Burada aktarılan tüm noktalardan hareketle Kuran’ı Kerim için saydığımız iki özelliği idrak etmek için Arap dili ve edebiyatını yakından bilmeye gerek olmadığı sonucu çıkacaktır. Nitekim yer yüzünde yaşanan tüm insanlar hangi çağda olursa olsun Kuran’ı Kerim’in bu özelliklerini tasdik edebilir. Tabi bu kitabı doğrudan irdelemek ve derinliklerine inmek için ana dilini yakından bilmek de şarttır.
Yazan Muhammed Rıza Gafuriyan
Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu